Ertuğrul Özkök: AKP medyasında ezber bozan iki yazı, iki başörtülü yazar niye bir ay ara ile aynı türban yazısını yazdı?

İki muhafazakâr kadın.
İkisi de ilgiyle okuduğum tanınmış yazar.
İkisi de 1990’lı yılların sonunda üniversitelerdeki başörtü yasağına karşı mücadele vermiş, ikisi de kampüs kapılarında kuruluş “ikna odalarını” reddetmişti.
O günkü rejimin “ikna edemediği iki kadındı” onlar.

Bir ay arayla ikisi de aynı başörtüsü yazısını yazdı

Bugün ise mevcut rejimin iki destekçisi…
Bir ay arayla ikisi de benzer bir yazıyı yazdılar:
“Muhafazakâr kızlar neden başlarını açıyorlar?”
Onlardan öğrendik ki, muhafazakâr kesimde kızlar başlarını açmaya başlamış.
Bizim de gözlemlediğimiz bir şeydi ama demek ki tahminimizden de yaygın bir eğilime girmiş baş açma olayı…

Biri Ayşe Böhürler: AKP kurucusu, MKYK üyesi ve Yeni Şafak yazarı

Biri Ayşe Böhürler…
AKP kurucusu. MKYK üyesi… Yeni Şafak gazetesi yazarı.
Kızların başlarını niye açtıklarını şöyle açıklıyor:
“Artık başörtüsü ağırlığını taşımak istemiyorlar…Başörtüsü ile ilgili siyasi tartışmalar, yasaklar, ideolojik yakıştırmalar, aile baskıları ve daha pek çok neden başörtüsü pratiğinden uzaklaşmalarına neden olmuş. Bu durumlardan özgürleşmek istiyorlar…”
Bu sözleri muhafazakâr kesimde başörtüsünü çıkaran kızlarla ilgili bir doktora tezinden almış.
Onun yazısından şunu da öğrendik.
Biz örtünmeyi “inanç” konusu olarak görüyorduk, demek ki muhafazakâr kesimin gözünde bir “pratik” haline gelmiş..
Belki başka bir yazıda aradaki farkı da açıklayabilirler.


Ayşe Böhürler

Kafasını kazıtan ikna odası kızlarının yazarı

İkinci yazar Sibel Eraslan.
Star gazetesi yazarı. Aynı zamanda edebiyatçı.
Özellikle ikna odaları dramını yazdığı hikâyelerden oluşan kitabında, 
İkna odalarından çıkıp başını kazıtan bir kızın dramını yazmıştı.
O da geçen pazar günü şunu yazdı:
“Başörtülü kızlar niçin açılıyor?”
Yeni bir raporda şunu okumuş:
Türk toplumunda kadınların başörtüsü kullanma oranı, yani bir ara yüzde 70’lere varan “tesettür” şu sıralar yüzde 50’nin altına inmiş.

Başını açan kız: Çünkü özgürlüğümü istiyorum

Başını açan bir kızla konuşmuş ve sormuş:
“Niye başını açmak istiyorsun?”
Aldığı yanıt bence 20 yıllık AKP iktidarının geldiği noktanın özeti:
Başını açmak isteyen kız aynen şunu söylüyor:
“Ben de kendi hayatımı, kimliğimi, kendi yolumu seçmek istiyorum, tıpkı sizin gençliğinizde yaptığınız gibi…”
Bu cümleyi okuduğum an, “işte budur” dedim.
Kendi kimliğini, kendi yolunu, kendi tarzını özgürce seçebilmek…
Ben de Ayşe Böhürler ve Sibel Aslan’ı işte tam bunu yaptıkları için çok takdir etmiştim.
O nedenle tam o an Sibel Eraslan’ın ne hissettiğini merak ediyorum.
“Haklısın mı” demiştir… Yoksa;
“Ne alakası var? Bizimki inançlarımı yaşama özgürlüğü için mücadeleydi, bunun başını açma özgürlüğü ile ne alakası var mı…”
Şuna eminim…
İslam inancına siyasi islamın verdiği çok büyük zararı, bu soruya “haklısın” diye cevap verecek kadınlar giderecektir.

İkna odası yazarları, İranlı kadınlar konusunda beni düş kırıklığına uğrattı

Ama ne yazık ki, ikisi de beklediğim cevabı vermediler.
İran’da “kendi yolunu, kendi tarzını, kendi kimliğini özgürce belirlemek, başlarını açma özgürlüğü için” hayatlarını veren kızları 1990’lardaki aynı duygularla desteklemelerini çok bekledim. Ama o destek hiç gelmedi.
Hiç olmazsa Gazze’de Filistin halkına verdikleri desteğin onda birini o kızlara da vermelerini umuyordum.
İkna odalarından çıkan kızlar, komşumuzda eli sopalı ahlak zaptiyelerinin kurduğu dayak ve ölüm odalarına itiraz eder diye umutlanmıştım..

Bir yandan dindarlaşıp, bir yandan dinden uzaklaşma

Ne yazık ki birkaçı hariç hiçbirinden bu destek gelmedi.
O zaman dedim ki, “demek ki başörtüsü hakkı” sadece başını örtmek isteyenlere tanınmış bir hak olarak görülüyormuş.
Bu konuları inceleyen Prof. Volkan Ertit bunu, “Dindarlaşırken dinden uzaklaşmanın aynı anda yaşanıyor” oluşuna bağlıyormuş.
Bu da “Mütedeyyin kesimde” bir sekülerleşmenin başladığı anlamına geliyor.

Diyanet’in kutuplaştırıcı politikaları insanları dinden uzaklaştırıyor

Yıllardır aynı şeyi söylüyorum.
Türklerin “inançlarına” bağlılıkları konusunda bir değişme yok.
Ama şurası kesin ki, son 20 özellikle de son 10 yılda Diyanet İşleri’nin kutuplaştırıcı sekter politikaları, insanların yılbaşı kutlamalarına bile müdahaleci bir zihniyete bürünmeleri, televizyonlarda gördüğümüz güya “Hoca” takımının pespayelikleri, tarikatların giderek menfaat savaşları ve taht kavgalarından ibaret haline gelen “Dindarlıkları”, Fethullah Gülen’in insanlarda yarattığı travma insanları dinden soğutuyor.
Sadece kızlar başlarını açmıyor.
Cami sayısı arttıkça camiye giden insan sayısı azalıyor.
İmam Hatip okullarına başvurular düşüyor, ortaokuldan sonra imam hatiplerin lise bölümlerine devam başvurularında belirgin düşüşler var.

FETÖ’nün altın nasıl projesi çöktü, Diyanet’in dindar nesli de çöküyor

Asıl dalga, Milli Eğitim Bakanı’nın okullara tarikatları sokması, okullarda anne mezarı kazdırıp çocuklara mezarbaşı uygulamaları yaptırmak isteyen hocalara hiçbir şey denmemesi ve son olarak yaptığı “Maarif müfredatı” felaketi nedeniyle bundan sonra insanların devlet okullarına karşı güveninin nasıl bir hızla çökeceğini de göreceğiz.
Kısaca Fethullah Gülen’in “Altın nesil” projesinden sonra Diyanet’in “Dindar nesil” projesi de çökmüştür.
Türkiye’de insanların din kurumlarına ve kişilerini karşı güvensizliği neredeyse dibe vurmuştur.
12 Eylül’ün “Atatürkçülüğe” verdiği zararı, bugünkü rejim fazlasıyla din kurumlarına vermiştir.

Pazar günü herkes Fransa’ya bakarken İran’da ne oldu?

Pazar günü Fransa’da çok önemli bir seçim vardı.
Milletvekilliği seçiminin ilk turunda aşı sağ blok yüzde 34 gibi bir çoğunlukla birinci parti olarak çıktı.
Herkes bunu yorumluyordu.
Benim gözüm ise doğu komşumuz İran’daydı.
Türk medyası nedense İran’daki Cumhurbaşkanlığı seçimine pek ilgi göstermedi.
Oysa ilk turda ilginç bir sonuç çıktı.

Aynı gün İran’da sandıktan “Mahsa Amini” birinci çıktı

Katılım oranı çok düşüktü ve yüzde 40’larda kaldı.
Çünkü halk bu rejimden yoruldu, bıkkın ama bir şeyi değiştirebileceğine inanmıyor artık.
Yani molla rejimi tam anlamıyla bir güvensizlik oyu aldı sandıktan.
Oy kullananlara gelince, sandıktan resmen “Mahsa Amini’nin” hayaleti çıktı.
Çünkü kadınlara başlarını açma özgürlüğünün tanınmasını isteyen reformist aday Pezeskian birinci çıktı sandıktan.
Aldığı oy yüzde 42.4’dü…
Kadınların başlarının zorla kapatılmasından yana olan aşırı muhafazakâr aday Celili’nin oyu ise yüzde 38’de kaldı.

Böhürler ve Eraslan İranlı olsaydı, gelecek pazar oy kullansaynı kime oy verirdi?

İkinci tur önümüzdeki hafta yapılacak.
Sandığa gitmeyenler de biraz umutlanıp giderse, İran’ın bundan sonraki dönemde Cumhurbaşkanı koltuğunda, hiç olmazsa kadınlara başlarını açma özgürlüğü tanınmasını kabul eden bir erkek oturacak.
Her ne kadar en tepede her şeye hakim bir ruhani lider oturuyorsa da, sandıktan çıkan bu sonucun İran’da etkileri olacaktır.
Bütün bunlara bakınca kendi kendime şunu soruyorum.
Acaba Ayşe Böhürler ve Sibel Eraslan bugün birer İran vatandaşı olsalardı bu seçimde kime oy verirlerdi.

İstanbul’da İmamoğlu’nu, Ankara’da Yavaş’ı getirenler arasında başörtülü kadınlar çok

Sosyolojik araştırmalar, 31 Mart seçimlerinde başörtülü örtüsüz birçok muhafazakâr kadının CHP’ye oy verdiğini gösteriyor.
Eminim o günlerde ikna odalarında başlarını örtme özgürlüğü için mücadele veren bu yazarlar, İran’daki kadınların durumuna baktıkça içlerinde bir şeylerin burkulduğunu hissediyordur.
Öyleyse ikna odalarından başını kazıtarak çıkan o roman kahramanları bugün nerede?

İran’ın kadınları Gazze’dekilere verilen desteğin onda birini hak etmiyor mu?

İran’da başlarını açma özgürlüğü için canını veren o kadınlar Gazze’de yaşam mücadelesi veren Filistinlere verilen desteğin onda birini bile hak etmiyor mu?
Yoksa baskı ve zulüm “Alnı secdeye varanlardan” geldiği zaman vicdanlar etkilenmiyor mu…
Ama artık çok iyi bildiğim bir şey var.
Bugün İslam inancının geçirdiği krizden çıkmasını, elinde kılıçla cami minberlerine çıkan hocalar değil, zeytin dalı ve özgürlük meşalesi ile çıkanlar sağlayacaktır.
İnsan Hakları, düşünce özgürlüğü, kadınların ve erkeklerin kimliklerini özgürce yaşayabilme hakları, adalet, hayvanlara, çevreye saygı, liyakata saygı…
Siyasi İslamın son 20 yılda çok zarar verdiği İslam inancını hak ettiği yere oturtacak olan bu değerlerdir.